Girişimcilik, girişimler, iş kurma, iş fikirleri ile ilgili konuların işlendiği blog yazıları.
"Ne iş yapmalıyım? Hangi alana girmeliyim?" Tabi bu soruların bir de alt-metini var. O alt-metini de okursak, aslında denilmek istenen "Hangi alanda iş yaparsam başarılı olur ve iyi bir gelir elde edebilirim?"
Bunlar kendi işini kurmak veya yatırım yapmak isteyen girişimcilerin cevabını bilmeleri gereken ilk sorulardır. Çoğu insan bu sorulara cevap bulamadığından hayallerini erteler. Kimileri de kendileri için doğru olan cevabı bulamadıklarından dolayı hayal kırıklığına uğrarlar.
Emeklerin boşa gitmemesi öncelikle gömleğin ilk düğmesinin doğru iliklenmesine bağlıdır. Bu da bir seçim meselesidir.
Sun Tzu M.Ö. 500 tarihinde Çin'de yaşamış ünlü filozof, general ve askeri bilge olarak bilinmektedir. Savaş stratejileri ve liderlik üzerine yazmış olduğu Savaş Sanatı kitabı günümüzde en etkili savaş stratejileri kuramlarını içermektedir. "Savaş Sanatı"nda askeri önderliğin değerlendirilmesinde sunulan kriterler, Konfüçyüs inancında ve Ortaçağ Taocu felsefede sıkça ele alınan geleneksel erdemlerdir: Zeka, güvenilirlik, humanistlik, cesaret ve kararlılık. Büyük Chan (Zen) Budisti Fushan'a şöyle söylemektedir; "Zekadan yoksun insanlık ekip biçmediğin tarlaya sahip olmak gibidir. Cesaretten yoksun bir zeka, fidana sahip olup ta onları dikmemeye benzer. İnsanlıktan yoksun bir cesaret, ekin ekmeden hasat almayı bilmek gibidir. Güvenilirlik ve kararlılık, birliklerinin öndere bağlılığını ve itaatini artırır." Konfüçyüs inancına göre, bu beş erdemden birinin eksik olması diğer erdemlerin de anlamını yitirmesine yol açıyor. Ayrıca Jia Lin'e göre; Sırf zekaya güvenmek isyankarlığı, sırf insancıllığa bel bağlamak ise zayıflığı doğurur. Güvene saplanıp kalmak aptallığa, cesaretin gücüne dayanmaksa şiddeti doğurur. Aşırı katılık ise zulmü getirir. Eğer bir kişi de bu beş şeyin beşi de yerli yerindeyse, ancak o zaman bir önder olabilir.
Bazı iş kolları için en büyük sermaye bilgi ve iş yapış becerisidir. Maddi sermaye bunların yanında ikincil önemde kalır. Dış ticaret de işte böyle bir alandır. Bilginin gerçek anlamda paraya dönüştüğü bir sahadır.
Bilgisi olmayıp sermayesi olanlar bu bilgiyi satın almak zorundadırlar. Onlar için problem bu şekilde çözülür. Peki, bilgisi olup da sermayesi olmayan girişimciler ne yapar? Bu çok sık sorulan bir sorudur ve herkes için bu soruya verilecek cevap farklı olur. Günümüzde sermaye ihtiyacı ticareti yapılacak malın kendisinden ziyade pazarlama ve reklam harcamaları için çok gerekli oluyor; özellikle de B2C işlerden bahsediyorsak. Yani, aldığınız ürünü hemen satabilmeniz lazım. Hatta en ideali daha alımı yapmadan satış işini bitirmek veya garantilemektir.
Rachel Bridge'ın The Sunday Times'ta yazar olarak çalışırken kendi köşesinde yayınlamış olduğu İngiliz girişimcilerle yaptığı söyleşilerden oluşan How I Made It (Nasıl Başardım) kitabı hakkında daha önce burada yazmıştım. Bu kitap serisinin üçüncüsü olan You Can Do It Too (Sen de Yapabilirsin) kitabını da yine önermek isterim. Burada girişimciler için 20 önemli tavsiyeye yer veriliyor. Ve tabi bu tavsiyeler girişimcilerin yaşamış olduğu gerçek deneyimlerle destekleniyor.
Yakın zamanda okumuş olduğum "How I Made It" (Nasıl Başardım) isimli kitap İngiltere'den 40 başarılı girişimcinin hikayelerini konu alıyor. Kitabın yazarı Rachel Bridge The Sunday Times gazetesinde editör olarak çalışırken rüyalarını gerçeğe çevirmiş bu girişimcilerle bire bir röportajlar yapmış ve gazetedeki "How I Made It" (Nasıl Başardım) isimli kendi köşesinde bu hikayeleri yayınlamış. Sonrasında tüm bu yazılar tekrar gözden geçirilerek bir kitap formatında yeniden doğmuş. Kitabın hemen başına girişimciliğin doğası ve girişimcilerin genel özellikleri hakkında, uzman görüşleri ile desteklenmiş, güzel de bir giriş eklenmiş.
Girişimcilerin hikayelerini okurken, bu 40 başarılı girişimcinin bazı ortak özellikleri dikkatimi çekti. Bu girişimciler hakkındaki genel izlenimimi şu şekilde özetleyebilirim."Aslında Para Diye Bir Şey Yok" demişken, para kullanmadan değer transferleri yapabileceğimiz bir platformdan bahsetmek yerinde olur: Zumbara.com. Mottosu "zaman kumbarası". Çünkü burada para değil zaman geçiyor.
Ülkemizde işletmecilik yapmak zor bir zanaattır. Hele yeni bir işletme açmak yel değirmenleri ile savaşmaya benzer. Bürokrasi bir yandan, masraflar bir yandan, müşteri edinerek mal satmaya ve kâr etmeye başlamanın zorluğu bir yandan. Ayrıca tüm yeni işletmeciler için geçerli olan bir kuraldır ilk altı ay cepten yemeye hazırlı olmak. Bu durumun varlığı bile insanları yeni bir işyeri açmaktan soğutmaktadır. Ya bu durum altı aydan fazla sürerse, ya müşteri edinemezsem düşünceleri insanı yer bitirir. Bu arada masraflar sürekli devam etmektedir.
Dış Ticaret Net Blog'da iş filmleri üzerine yazacaktım ama bu seriye John Wick ile başlayacağımı düşünmemiştim doğrusu. "John Wick bir iş filmi değil ki zaten, ne alaka?" demeyin. Filmi okumanıza bağlı olarak bu tamamen değişir. Birincisi, iş denilen olgunun zombilere dönüşmüş çalışanlar, ofis binaları veya finansal tablolar gibi şeylerden ibaret olmadığı, aslında bildiğimiz anlamdaki hayatın bir devamı olduğu gerçeğinden yola çıkarak bunu söylüyorum. İş dediğimiz şey de hayatın ta kendisi işte; içerisinde duygular var, ilişkiler var, sanat var, meddahlık var, cesaret var. O yüzden bu tür listelere mesela Forrest Gump gibi filmler de girer. İkincisi ise, John Wick bir bakıma da tamamen işle alakalı bir film. Birçoğumuzun yabancısı olduğu bir sektörü, kiralık katillerin iş dünyasını anlatıyor. Filmde onların iş yapış prensiplerini, organizasyon yapılarını, çalışma tarzlarını, vesaire görebiliyorsunuz.
Marka sahibi sayısız büyük ve küçük ölçekli çoğu firmanın kendilerine ait bir üretim yeri yoktur. Bu firmalar ürünlerini dünyanın çeşitli yerlerindeki üreticilere kendi markalarıyla ürettirirler.
Sıfırdan, yani fikir aşamasından başlayarak global pazarlarda bir oyuncu olma sürecine değin bir ihracat şirketinin izleyebileceği bazı temel adımları bir yol haritası olarak aşağıda listeliyorum. 23 adımdan oluşan bu listeyi kendinize göre uyarlayıp karşılarına deadline'lar eklemeniz yerinde olur. Böylelikle işinizi, sürecinizi ve nerede olduğunuzu değerlendirebileceğiniz bir ölçek/plan de elde etmiş olursunuz. Her bir proje için oluşturabileceğimiz bu tarz kontrol listelerini bir kutup yıldızı gibi hep yanımızda tutmalıyız.
Günümüzde internet birçok alışkanlığımızın değişmesine neden oldu. Tüketicilerin alışveriş yapmadan önce Google'da ürün veya hizmetleri aradıkları, satın alımlarından önce online ürün yorumlarını okudukları, alışveriş merkezlerindeki kalabalıklarla uğraşmak yerine çevrimiçi mağazalarda alışveriş yaparken Facebook üzerinden check-in yaptıkları bir dünyada yaşıyoruz.
Öte yandan, günümüzdeki birçok işletme, ürün veya hizmetlerini pazarlamak için online B2B ve B2C hizmetlerden yararlanmakla beraber tedarikçi ve müşterileriyle iş toplantıları düzenlemek için uzak mesafeler kat etmek yerine skype ya da diğer online iletişim araçlarını kullanmaya başladı.
Ve bu bahsettiklerim, internet sayesinde elde ettiğimiz faydaların sadece küçük bir tadı.
Startup kelimesini ilk defa 2013 yılında mezun olduğum TOBB ETÜ'de, TOBB'un desteğiyle açılmış olan "Garaj" ismiyle öğrencilerin sürekli bir şeyler bulmaya çalıştığı, "galiba buradakiler bir icat peşindeler" gibi sohbetlere tanık olduğumuz dönemde duymuştum. Evet, startup akımı 2008'de ABD'de çoktan başlamıştı ve biz mezun olacaklar artık seçenekleri bir bir sıralayıp, yapacağımız meslekler arasına "bir de startup varmış ona da bakalım" dediğimiz ancak çekimser davrandığımız bir seçeneği daha eklemiştik.
Distribütörlük de dış ticaret alanındaki diğer bir girişimcilik yoludur.
Distribütör belirli ürünlerin üreticisinden veya marka sahibinden bir anlaşma çerçevesinde dağıtım hakkını almış firmadır. Üreticinin, yani ürünün sahibi ana firmanın distribütör firmayı yetkilendirmiş olması gerekir. Bu da bir anlaşma ile mümkün olur.
Dış ticarette diğer bir girişimcilik yolu ise genel ticaret (general trading), yani "al-sat"tır. Bu al-satçıların tam olarak ne iş yaptıkları belli değildir; bugün tabak satarlar, yarın makine, ertesi gün mandalina. Nerede iş fırsatı varsa onlar da oradadır. Bu işin hamurunda biraz "ne iş olsa yaparım"cılık olur. Yani, mesela onlardan çok alakasız bir ürün isteyin, size "hayır" demezler hiçbir zaman. Mutlaka ürünü tedarik edebilecekleri bir yer bulur ve size teklif ederler.
Bilmem ne zaman önce bir film izlemiştim. Biri kız, 4 çocukluk arkadaşı yıllar sonra bir araya geliyorlar. İlk başta açıkça itiraf edemeseler de hepsinin ayrı bir başarısızlık hikâyesi var. Hiç biri hayal ettiği hayatı yaşamıyor. Biri yeni boşanmış, birisi işsiz, öteki beş parasız, diğerinin ise nefret ettiği bir işi ve henüz öğrendiği ölümcül bir hastalığı var. Banka soymaya karar veriyorlar. Neyse... Daha fazla anlatmayacağım. Keşke filmin ismini hatırlayabilseydim. O filmden bir karakterin şu sözlerini not almıştım:
Türkiye'de özel veya kamu sektöründe çalışıyorsanız girişimci olmak için çok güçlü sebepleriniz var demektir. Sadece bir tanesi bile sizi ateşlemeye yeter.
Sosyal medya son yılların dilden düşmeyen trend konusu. Herkes sosyal medyanın gücünden, sosyal medyayı kullanmanın şirketlere yaratacağı faydalardan falan bahsediyor. Öyle ki, her yerde nerden geldiklerini bilmediğimiz sosyal medya uzmanlarını görür olduk. "Yakında üniversitelerde bununla ilgili bir bölüm bile açarlar" diye yazacaktım ki, meğer bazı özel üniversiteler iletişim fakülteleri bünyesinde bu işe çoktan el atmışlar bile.
Geçmişte çok para kazanmak, zengin olmak gibi bir hayalim hiç olmadı; zenginliği istemedim, çünkü zenginlik, içinde yetiştiğim kültürün etkisiyle olacak, bana istenecek bir şeymiş gibi gelmedi. Hatta bilakis istenilmemesi gereken bir şeydi o. Zengin olmak, çok para kazanmak sanki kutsal olan bir şeyi bozacak, bizi yoldan çıkaracaktı. Belki de herkes dürüst bir şekilde servet edinmenin mümkün olmadığını düşündü. Ruhumuzu şeytana satmadan zengin olamayacaktık sanki. Belki de ulaşamayacağım bir şey olduğunu düşündüğüm ve kendime inanmadığım için onu kararlı bir şekilde istemedim, isteyemedim.